Yeşil tabiatın rengidir. Büyümeyi, dengeyi, uyumu, ahengi, tazeliği, yaşamı ve verimliliği simgeler.
Yeşil renk emniyette olma duygusunu tetikler, bu nedenle trafikte yeşil ışık “geç – yol güvenli” anlamına gelmektedir. İlaç reklamlarında da yeşil renk kullanılır çünkü ilacın güvenilir olduğu duygusunu uyandırır.
Doğanın ve canlılığın rengi olduğundan “ekolojik” ürünlerin paketleri ya da etiketleri de genellikle yeşil renk olur.
Yeşil renk iyileştirme gücünün de rengidir. Doğanın tekrar kendisini yineleyebilmesini de simgelemektedir.
Yeşil aynı zamanda, gözü dinlendirdiğinden bu renk görmeyi de keskinleştirir. Bu çevreyi daha belirgin görmek anlamına gelir.
Bazı durumlarda dinginlik, sarsılmazlık, dayanıklılık ve sağlamlık anlamına da gelir yeşil renk.
Yeşil rengin kullanımı deneyimsizliği veya acemiliği de göstermektedir.
Hanedan armalarında kullanılan yeşil renk büyümeyi ve umudu simgeler.
Koyu yeşil para ve maddi varlıkla eşleşmektedir. Bazı tablolarda ve edebiyat eserlerinde ya da filmlerde yeşil renk para, zenginlik ve yüksek sosyal statü ile örtüşür.
Koyu yeşil aynı zamanda hırs, açgözlülük ve kıskançlık anlamında da kullanılır.
Sarımsı-yeşil hastalığı, korkaklığı, dengesizliği ve kıskançlığı simgelemektedir.
Maviye çalan yeşil ise duygusal iyileşmeyi ve korunaklılığı anlatmaktadır.
Zeytin yeşili ise barışın rengidir.
BİR ÖRNEK: FRANKENSTEİN ROMANINDA YEŞİL RENGİN KULLANIMI
Mary Shelley’in romanı Frankenstein’i hepimiz biliyoruz. Romandan sinemaya birçok defa uyarlandı. Bu romanda yazar adeta bir simgeler diyarı yaratmış. Romanda yeşil rengin simgelenme şekli çok hoşuma gittiği için burada Frankenstein’den örnek vermek istiyorum.
Bildiğiniz üzere Dr. Frankenstein tıp ve bilim bilgisini ölü bir insan yaratmak için kullanmak ister. Bu tutkusu etik ve ahlak açısından yanlış olduğundan deneylerini gizli saklı yapar ve yeni ölen insanların işe yarar parçalarını, organlarını toplayarak bir araya getirir ve elektrikle ona hayat verir. Bildik bir öykü…
Ancak yaratmanın yalnızca Tanrı tarafından yapılacağını ve bir ölümlünün Tanrı’yı oynayarak hayat yaratım sürecine girmemesi gerektiğini anlatan yazar, kusursuz bir şekilde yaratımın olamayacağını birçok simgeyi kullanarak yansıtır okura. İşte tam da bu noktada, Dr. Frankenstein kendi insanını yaratıp yorgun düşer ve uyur. Uyandığında ise korkunç bir yaratığın kendisini seyrettiğini fark eder ve korkup kaçar. Frankenstein sevgisiz kalmıştır ve bundan sonra hep sevgiyi arayacak hatta bunu Doktor’dan öç alacak kadar tutku haline getirecektir.
Peki, gelelim en sevdiğim yere, yani yeşil rengin sembolik kullanıldığı bölüme. Dr. Frankenstein yarattığı “canavardan” öylesine tiksinmiştir ki hasta düşer. Ateşli geceler geçirir ve canavarının olduğu kâbuslar görür. Bir sabah ateşi düşen ve iyileşmiş bir biçimde uyanan Dr., gözlerinin açılır açılmaz gördüğü pencereden yeni filizlenmiş ağaç dallarını fark eder. Taze yaprakların yeşil rengi ona doğanın mucizevî var oluşunu, kendisinin hayat verdiği şeyin asla doğaya hayat veren Tanrı’nınki gibi kusursuz olamayacağını anlar. Tanrının verdiği yaşamın içinde neşe ve sevinç, göğsünde şefkat yarattığını düşünür. Bu “yeşerebilen” duygular sayesinde Doktor Frankenstein - ki tanrı umudu da ekinler ve "canavar" (acaba kitap kulubü yaparak bunu tartışsak mı?) Frankenstein'da bu yoktur çünkü yaratıcısı insandır - üstüne çöken karanlıktan kurtulup, ölümcül tutkusuna kapılmadan önceki neşeli haline döner. (Tabii bu neşesi öyle uzun sürmeyecektir; orayı daha sonra başka bir semboller silsilesiyle anlatacağım).
Gördüğünüz üzere, yeni filizlenen yaprakların yeşili, Doktor’u iyileştirmekle kalmamış, içine tanrının ona bahşettiği yaşama sevincini, sevgiyi, yeniden doğmayı tekrar ekinlemiştir. Ayrıca, Doktor, kendisinin tanrı olmadığını ve hayat verirse bile kusursuz olamayacağını anlamasını sağlamıştır uyanıp da gördüğü bu yaprakların yeşili. Frankenstein ise tanrının sevme ve sevilme, yaşam ve ölüm gibi kendisine ait mucizeleri hep hatırlansın diye yeşil renkte olduğunu söylemek mümkün. Kendisini emniyette hissedip, içindeki karanlıktan da kurtulmuştur geçici bir süreliğine.
Bir pencereden görünen yeni yeşermiş yaprak deyip geçmemek gerek… Bir yazar söylemek istediği şeyi 700 sayfada da söyler bir satıra sığdırdığı bir cümlede de.
Prof. Dr. Meltem Erinçmen Kânoğlu
Comments